İbn Haldun Akademi Bahar Seminerleri kapsamında Mehmet Görmez, "İslâm Medeniyetinde Söz Estetiği" başlıklı bir konferans verdi.
“İyi, doğru, güzel üzerinden konuşurken nasıl bir dile başvuracağız? Başvurduğumuz dilde nasıl bir güzel üretiyoruz? Estetiği bir duyumsama olarak mı algılayacağız yoksa estetik bizde ahlâkî boyutu olan bir kavram mıdır?"
Mehmet Görmez
Konuşmalarında, sözün düşüşüne, imaj ile sözün hakikatten nasıl koptuğuna, bu kopuşun sonucunda insanın kendisiyle, ötekiyle ve âlemle ilişkisini imaj ve suret üzerinden kurmaya başladığına işaret etti. İnsan zihni o kadar suretle doldu ki, hakikate yer kalmadı, hakikatten kopan söz yere düştü, dedi. Sözün yere düşmesinde en önemli etken olarak, insan hayatında görsel idraki egemen kılan sanal ekran uygarlığına dikkat çekerken, görsel idrakin egemenliğinin insanın idrakini zayıflattığını, kalbi bir çeşit ölümle karşı karşıya bıraktığını ifade etti.
Sanal Ekran Uygarlığının bu yıkıcılığı karşısında bugün en önemli şeyin, sözü yeniden ayağa kaldırmak, kurtarmak olduğunu ifade ederek, sözü kurtarmanın aynı zamanda insanlığı kurtarmak olduğunu, sözü kurtarmanın, ayağa kaldırmanın yolunun ise sözün mana ve hakikat ile ilişkisini yeniden tesis etmekle yani söz estetiğini yeniden inşa etmekle mümkün olduğunu vurguladı.
Peygamber Efendimizin, dünyada kendimizi misafir olarak algılamamızı salık veren hadisi bağlamında Allah'a nasıl bir konuk olmak istediğimize, bu misafirlikte nasıl bir söz söylediğimize odaklanmamız gerektiğini ifade etti.
Endülüslü âlim Şâtıbî’nin zaruriyyat-haciyyat-tahsiniyyat tasnifinden hareketle Allah’ın bizi sadece yaşayacak kadar doyurmak, ölmeyecek kadar ayakta tutmakla, yaşamak için ihtiyaç duyduğumuzdan daha fazla alan, daha çok imkân ve daha geniş bir evren sunmakla yetinmediğini, tahsiniyyatı da ihmal etmeyip Cemal sıfatını bizden esirgemeyerek en güzel şekilde tezahür ettirdiğini vurgulayarak, esmanın tecellisi olduğu için varlığın güzel olduğunu, güzelliğin varlıkta olduğunu, güzel sözün ise varlıkta mündemiç olan güzelliği ortaya koymak olduğunu söyledi.
Ahsen-i takvim olarak yaratılan insanın, güzellikleri ifade etmesi için dil ve beyan yetisiyle donatıldığını ifade ederken, insanın fıtratında mündemiç olan bu vasıfların beşeriyetten ademiyete yükselmenin imkânı olduğunu ifade etti. Bu bağlamda dil yetisinin ilahi bir mucize ve lütuf olduğunu belirtti. İnsan sosyal bir varlık olarak öteki ile ilişkisini bir dil evreni içinde kurar, insan medeniyet kuran bir varlık olarak yeryüzünü imar görevini söz ve dil ile yerine getirir, dedi.
Allah, neyin iyi, neyin doğru, neyin güzel olduğunu bilmesi için insana sözlerin en güzelini vahyetti diyen Görmez, vahiy hem ahsenü’l-hadistir (sözlerin en güzeli) hem hayru’l-hadis (sözlerin en hayırlısı) hem de asdaku’l-hadistir (sözlerin en doğrusu) ifadelerini kullandı. Kur’an’ da söz estetiğine dair ifadelerin güzel söz ve kötü söz olmak üzere iki çerçeve ile sunulduğuna dikkat çekerken, hüsün-cemal (suret ve davranış güzellliği) ile estetik(aistesis/duyumsama) kavramları arasındaki ilişkiyi açıklayarak İslâm sanatında öne çıkan ilkeleri ve öncelikleri vurguladı. İslam düşüncesinin, hüsün dediğimiz güzelden bir ihsan ahlakı çıkardığını, fıkıh sisteminin ise hüsün ve ihsanı birleştirerek dinde delil olabilecek bir istihsan ilkesini ortaya koyduğunu ifade etti.
Yaratıcı algısı ile zihin yapısı arasındaki ilişkiye dikkat çekerken, Yahudi-Hristiyan geleneğinde dünyayı altı günde yaratıp bir anlamda bir kenara çekilmiş bir sanatkâr algısı hakimken İslam geleneğinde her an bir iş üzere olan Yaratıcıya inanırız, Sâni’in sanatı, Bedi’in bedîiyatı, Cemîl’in cemali her daim tecelli eder, dedi. İslam geleneği algısına göre yaratma devam ettiği gibi Allah’ın sanatı da devama eder ve insan da bu sanatın bir parçasıdır dolayısıyla da bu da eylem gerektirecektir, İslam sanatının kemalinin sebeplerinden biri de budur, dedi.
İslam geleneğinde sanat üreten insan, her zaman varlık aleminin bir parçası olarak sanat üretir, onu aşmaya çalışmaz çünkü o misafirdir, konuktur ve ev sahibine karşı edebini korumak zorundadır derken, bu anlayış söz söyleme adabına da etki etmiştir, dedi. Kâinatı bitmiş bir tablo olarak algılayan dünya görüşünde edebe riayet daha az olacağından modern sanat estetiği etikten soyutlamayı tercih etmiştir ve iyi ile güzel arasındaki bağı koparmak üzere tartışmaya açmıştır, ifadelerini kullandı.
İslam sanatının özelliklerine işaret ederken, İslam sanatının kendisini zaman boyutunda inşa ettiğini, tezhib, mimari, musiki, şiir ve edebiyat gibi sanatların zamana dönük olduğunu, resmin ise daha az yaygın olduğunu vurguladı. Minyatür ve ebru gibi kullanıldığı yerlerde ise bir mekândan çok bir olayı anlatma özelliğine değinirken, o olayın mekân ilişkileri ikincil derecede önemlidir dedi. İslam geleneğinde mekâna ilişkin eserler, Batı geleneğinde zamana ilişkin eserler bulunabilir ancak esas kastın sanat ürünlerinden ziyade kendisini inşa ettiği ifade, düşünce ve dil zeminidir, dedi.
İslam sanatının edebi, eylemi ve zamana dönüklüğü gözettiğini cami temsili üzerinden ifade ederken, camiye doğrudan değil de avludan girmenin cami adabını, bizi karşılayan şadırvanın temizliği hatırlattığını ve yönümüzü dünyadan ahirete çevirmemizi salık veren musalla taşıyla karşı karşıya kaldığımızı hatırlatarak bunların sadece işlevsel değil bizi terbiye eden ve eyleme davet eden unsurlar olduğunu ifade ederek İslam sanatının terbiye edici yönüne işaret etti. Hitabın da kitabın da bir terbiye biçimi olduğunu ve bu bağlamda değerlendirilebileceğini vurguladı.
Söz söyleme ve yazma sanatının hususlarına işaret ederken hitabete ya da kitabete hazırlanırken söze, istiâze ile başlamanın, her türlü kötü söz ve düşünceden korunmak için en büyük melceimiz ve sığınağımızın Allah olduğunu bildirdiğimizi, aldatıcı sözden Allah’a sığındımızı ifade etti. Besmele ile, bize Esmâyı Öğretenin ismiyle başlarız, merhameti kuşanırız, abesten uzaklaşırız, lağv-lehv-sehvden yani anlamsız-faydasız-gayesiz ifadelerden sakınacağımızı ilan ederiz, dedi. Hamdele ile bize Bilmediklerimizi Öğretene hamdederiz. Hamdimizi, şükrümüzü arz ederiz. Sözün kibrinden uzaklaşırız, salvele ile Esmânın ahlak olarak kendinde tecelli ettiği Hz. Peygamber ile selamlaşırız. Bunlarla başlayan bir söz edebe uygun söz söylemektir, diyerek İslam düşüncesinde söz söyleme adabının usulüne dair bir çerçeve çizdi.
İyi, doğru, güzel üzerinden konuşurken nasıl bir dile başvuracağız? Başvurduğumuz dilde nasıl bir güzel üretiyoruz? Estetiği bir duyumsama olarak mı algılayacağız? Estetik bizde ahlâkî boyutu olan bir kavram mıdır? Güzele dair tasavvurlarımız esas itibariyle zamana mı yoksa mekâna mı ilişkindir? Görsel midir, işitsel midir? Akla mı yoksa kalbe mi hitap eder? sorularını cevaplamadan İslâm coğrafyasında sanat tutulması olup olmadığını, eserlerin niteliklerini tartışamayacağımızı ve ithal bir estetik kavramı ve felsefesiyle İslâm sanatını değerlendiremeyeceğimizi ifade etti.